“Yapmam gereken bir şey var..”
Timeline: Bu olay, “EXIT” den hemen sonra yer alır.
Grup, Inshala’nın neredeyse üç yüz kiloluk, hançer dişli kocaman bir kaplan formunda neşeli bir şekilde hoplayıp zıplayıp havaya pati atmasını hem eğlenceli, hem de umut verici bulur..
Inshala doğası gereği hoplayıp zıplamak bir yana, gülen yada gülümseyen biri bile değildir. Olağan hali ciddi, sinirli, mesafeli, saplantılı, çoğunlukla da soğuk denebilecek kadar içine kapanık, kötürüm, gözü döndüğünde ise – eh.. gözü dönen bir kızdır.
Koca kaplan, bir süre daha sağa sola koşturur sonra grubun tam önünde aniden durur. Bir an saldıracakmış gibi iki güçlü arka bacaklarının üstünde şaha kalkar, ama yere geri indiğinde kaplan yerine, soluk yüzü ve başını iki yandan saran saçları, çatık kaşları, büzülmüş ağızı ve uzun etekli kıyafetiyle Inshala durmaktadır. Kaplan ile kız arasındaki geçişte hiçbir özel efekt, parlayan ışıklar, değişen vücut hatları, eğilip bükülen kemik görüntüleri eşliğinde beklenen çığlıklar duyulmaz.
Bir an kaplan, hafif bir sis, sonra kız.
Lady Magella: “Bu melanet yerden çıktığımıza göre, kasabaya dönebiliriz. Dönüşümüz en az..?”, der ve izci kuzenlere bakar.
Daha önde duran Bremorel’den herhangi bir ses çıkmayınca, arkadan Laila’nın sesi duyulur, “On altı gün. En az. Olabildiğince hızlı bir trek ile gidersek, belki on bir yada on iki güne indirebiliriz. Atlarımız olsaydı, o zaman ormanın içinden değil, kıyısından giderdik. Orman bitince de yarım gün güneye, sonra da güney batı istikametine döner ve Serenity Irmağına yetişmiş olurduk. Irmağı takip ettiğimizde de, Serenity Home’a doğudan varmış olurduk. Bu şekilde belki üç yada üç buçuk gün daha kazanırdık. Sadece ben, Bree ve belki Inshala gidersek, sadece bir hafta yada dokuz günde varabiliriz..”, der.
Lady, düşünceli bir şekilde, “Ancak atlarımız yok ama yaralılarımız var.”, der ve gruptaki birkaç kişiye manalı bir şekilde bakar. “Ve ‘sen, Bree ve belki Inshala’ da yalnız başınıza gitmiyorsunuz! Şu anda herhangi bir acelemiz yok.”
“Darly kaçtı nasıl olsa. Kaçmadan önce bize verdiği bilgiler dışında da elimizde, şerrinden arındırılmış bir tapınak dışında bir şey yok.”
Bremorel acı bir sesle, “Darly’nin peşinden gitmeliyiz. Eminim Laila ile birlikte izini bulabileceğim den eminim.”
Laila mutsuz bir ifadeyle kuzenine bakar.
“Darly’yi yakalamamızın bize pek bir fayda getireceğinden kuşkuluyum.”, diye Moira araya girer ve Bremorel itiraz edemeden, “Evet, bende onun yakalanıp suçlarının cezasını çekmesini isterdim. Ne var ki, Darly’nin de bir başkasının oyununa getirildiği açık. Dahası, gerçek suçlular ve amaçları hakkında hala hiçbir bilgiye sahip değiliz.”
Udoorin’in derin sesi gürler, “Babam bundan hoşlanmayacak.”
Moira, “Babana saygım sonsuz, Udoorin, ancak babanın burda bir hükmü yok.”, der. Sesinde bir aşağılama veya küçük görme niyeti duyulmamaktadır. Moira sadece hukuki bir gerçeği dile getirmektedir ama Udoorin’in yüzü kararır.
Lady araya girer, “Udoorin. Lütfen. Sen de pekala biliyorsun ki Lady Moira’nın söyledikleri doğru. Eminim niyeti seni yada babanı küçük düşürmek değildi”.
Moira bir an yaptığı hatayı anlar. Udoorin’e döner, kılıcını yavaşça kınından sıyırır ve onu yere saplar. Kırık kolunu, sargılarından kurtarır ve canı fena halde yanıyor olmasına rağmen, zorlayarak çelik kaplamalı eldivenlerini çıkartır ve onları, Udoorin’e doğru değil de, yavaşça kendi yanına bırakır. İki elini de bel hizasında, aşağı doğru, boş avuçları dışa bakacak şekilde açar ve Udoorin’e, ‘silahsızım ve barış içinde geliyorum’ mesajını açık bir şekilde göstererek yaklaşır ve son derece resmi bir üslup ile; “Samdorin ve Daniella oğlu Barbadorin ve Katishka oğlu Standorin ve Limnia oğlu Udoorin. Hiç düşünmeden konuştum ve bu düşüncesizliğim ile hem senin ve hem de babanın onurunu sorgulamış oldum. Lütfen içten özürlerimi kabul et. Kusurumun kefareti olarak benden ödeyebileceğim bir fidye vermeye gönüllüyüm!”, der.
Ortam bir anda sessizleşir.
Arkadan sadece Lorna’nın sessiz bir “Wow..”, sesi duyulur.
Lady Magella, bir eliyle yüzünü kapatmış, sanki dua ediyormuş gibi başını bir sağa, bir sola sallayarak öylece durur.
Udoorin’in morarmış yüzünde ise, ‘Nooldu şimdi yaa?!’, der gibi bir ifade belirmiştir. Utanarak önce boğazını temizler, sonra elindeki baltasını yere atar. Diğer baltasını da çıkartır, onu da yere atar. Ve ardından üçüncü bir baltayı daha çıkarıp kenara atar. Durur ve belinden babasının yadigar kılıcınıda parıldayan alevler içerisinde kınından çeker ama onu yere atmaz. Kılıcı yavaşça yere batırır. Tıpkı Moira’nın yaptığı gibi ellerini bel hizasında ona doğru açar ve, “Umm.. Lord Paladin Delia Karakash Hooman oğ- umm.. kızı Lady Moira Alisia Jean Hooman. Gerçekte benim sizden özür dilemem gerekiyor. Son günlerin yorgunluğu hepimizi biraz etkilemiş durumda sanırım. Sizin asla, ne benim, ne de babamın onurunu sorguladığınızı düşünmedim çünkü bunu bir ihtimal olarak göremiyorum.”, der ve Moira’nın, sargılarından çıkarılmış, kırık olduğu açıkça görülen koluna bakarak, “Ve size çektirdiğim acının kefareti olarak benden ödeyebileceğim bir fidye vermeye gönüllüyüm.”, diye ekler.
Arkadan aynı ses “Wow..”, diye tekrarlar.
Aager, “Olm sen tam bir avanaksın ama bugüne kadar yaptıkların bir yana, sırf bu konuşmadan dolayı baban seninle gurur duyardı.”, diye geçirir içinden.
Ortam sessizliğini korumaya devam eder.
Udoorin, Moira’ya bakarak, “Umm.. ben bu kadarını biliyorum. Bütün tuşlara bastım. Gerisinde nooluyor, hiçbir fikrim yok!”, yüzü biraz kızarmış bir şekilde Moira’ya fısıldar.
Moira’da Udoorin’e benzer bir ifadeyle ona bakmaktadır, “Benim de hiçbir fikrim yok. Böyle bir durumda daha önce sadece iki defa kaldım ve ikisinde de özrüm kabul edilmedi ve iş düello da sonuçlandı.”, diye o da geri fısıldar.
Udoorin merakla, “Eee.. nooldu sonunda?”, diye sorar.
Moira çarpık bir gülümsemeyle, “Ben hala buradayım.”, der.
Udoorin kısa bir kahkaha atar ama sonra yine ciddi bir sesle, “Gerçekten özür dilerim. Ama sargılarını açmamalıydın.”, der ve sesini daha da kısarak, “Lady seni çiğ çiğ yiyecek.”, diye ekler.
Moira’nın yüzünde ürkmüş bir ifade belirir, “Hay aksi. Bunu hiç düşünmemiştim.”, der.
Merisoul, “Bence iki kefaret birbirini götürür!”, diye mırıldanır.
Grup bir anda rahatlar. Lady Magella söylene-azarlaya Moira’nın kırık kolunu tekrar çubuklarla yerine yerleştirir ve acıdan dolayı gözlerinden yaşlar inen kızı umursamıyormuş gibi yaparak kolunu sımsıkı sarmaya başlar. “Belki de yine açamayasın diye ellerine bebe eldiveni geçirmeliyiz”, diye söylenir durur.
Bu esnada Udoorin ise onun yanından hiç ayrılmaz ve Moira’nın gözü dolu halini kimse görmesin diye iri cüssesiyle ona kalkan olur.
“Büyük büyük annemin adını ben bile bilmiyordum, sen nerden öğrendin?”, diye merak eder.
“Lady Daniella bazı çevrelerde çok tanınmış bir hanımefendiydi. Bir çok kendini beğenmiş aristokratın havasını söndürmek gibi tekil bir beceriye sahipti..”, der ve bir an gözlerini acıdan dolayı kapatır.
“Git burdan Udoorin, konuşturma şu kızı!”, diye Lady, Udoorin’i de azarlar.
“Sorun değil Lady. Size de zahmet çıkardığım için özür dilerim.” der Moira. Sonra Udoorin’e “Sırf onu susturmak için aristokrasiye katmak ve sonra da ona birtakım yapmacık şeyler isnat ederek onu bitirmek istediler ama o büyük büyük deden ile evlenerek Serenity Home’a yerleştiler. Bunu yaparak hem o şımarık züppelerin planını bozmuş oldu, hem de onların aristokrasiden anladıkları şey hakkında tam olarak ne düşündüğünü yüzlerine vurmuş oldu. Bizim oralarda hala genç kızlar arasında bir efsanedir..”
Udoorin sırıtır.
“Peki sen benim diğer isimlerimi nereden öğrendin? Serenity Home’a geldiğimden beri hiç kullanmadığı mı kesin olarak biliyorum.
“Babam.” der Udoorin, sanki bu herşeyi açıklıyor muş gibi.
Moira ona soran bakışlar atınca, “Meşhur Lord Paladin Delia Karakash Hooman’ın kızı gelecek ve babam onun Lady Moira Alisia Jean Hooman olduğunu bir şekilde öğrenmeyecek!”.
Bu sefer Moira biraz sırıtır.
Kısa bir münakaşadan sonra, grup bu lanetli harabelerden olabildiğince uzaklaşıp ormanda kamp kurmaya karar verir. Herkes eşyasını, teçhizatlarını ve silahlarını kontrol eder ve Thelmasar’dan ayrılmak için hazırlanırken, Inshala’nın durgun ama kararlı sesi duyulur;
“Yapmam gereken bir şey var.”
..ve yavaşça toprağa doğru çömelir ve ona dokunur.
“Burası çok uzun bir süredir ölü. Fazla uzun.. Her şey yaşamayı hak eder, sonu ölüm olsa da. Ama hiçbir şey bu şekilde ölü kalmaya devam etmeyi hak etmiyor.”, der ve yavaşça yere, sırt üstü uzanır ve bir şeyler mırıldanmaya başlar. Sözleri anlaşılmaz mırıltılar önce bir şarkı gibi gelir, sonra bunun bir büyü olduğu anlaşılır.. ama Inshala, büyüyü bir şarkı gibi söylemektedir.
..ve Thelmasar tapınağının tuzlanmış kömürümsü ölü toprağı yumuşar ve genç kızı içine çekmeye başlar.
Inshala yavaş yavaş toprağa gömülmeye başlar.
Lady Magella biraz tedirgin olur. “Inshala.. kızım?”
Inshala büyüsünü söylerken, yüzünde belli belirsiz bir gülümsemeyle ona bakar. Gözleri pırıl pırıldır ve kendisiyle karşılaştıkları o ilk yıldırımlı geceden beri belki de ilk defa bu deli kızın yüzünde bir ‘huzur’ ifadesi görürler.
Inshala toprağın içinde tamamen kaybolur!
Herkes nefesini tutar ve bekler..
..aradan bir dakika geçer.
..ve bir dakika daha geçer.
Anacak birkaç dakika daha geçince Moira, “Lady?”, diye tedirgin olmuş bir sesle sorar. Arkasından Laila ve Lorna da “Lady?!”, diye Lady Magella’ya bakarlar.
Lady Magella ellerini başına götürüp saçlarını çekiştirmeye başlar, “Bilmiyorum, bilmiyorum bu deli kızın ne yaptığını bilmiyorum,” diye haykırır.
“Udoorin!”, diye bir başka haykırış daha duyulur. Aager, Udoorin’e sırt çantasından çıkardığı küçük bir kepçeyi fırlatır. Kendisi de elinde bir hançerle Inshala’nın kaybolduğu yere atar kendisini ve toprağı eşelemeye başlar. Udoorin, Aager’in ona attığı kepçe ile Inshala’nın mezarına koşar ve o da toprağı kazmaya başlar.
Biraz sonra, Gnine’da onlara katılır.
Bremorel, Moira, Merisoul, Lorna ve Lady, elleri ağızlarında, eşilen toprağa bakmaktadır. Ama Laila tam bir panik içerisindedir. Inshala’nın gerçek hikayesini bilen tek kişi kendisidir ve onun kendisine yapabileceklerini düşününce, bir anda gözleri dolar ve sessizce, “Hayır yaa.. Her şey iyiye gidiyordu. Neden şimdi böyle bir şey yaptın ki?”, diye hayıflanır.
Hiç beklenmedik bir şekilde Aager, “Seni aptal şey! Neden?! Neden şimdi böyle bir şey yaptın?”, diye haykırır.
..ve sanki gökyüzü ona cevap veriyor muşçasına birden kararır. Koyu gri ve mor bulutlar, beklenmedik bir hız ile toplanır ve kaynamaya başlar. Uzaklarda bir yerde bir yıldırım çakar ve birkaç saniye sonra da gök gürler. Gök gürlemesiyle birlikte yer de titremeye başlar. Başlangıçta pek hissedilmez ama biraz sonra herkes ayaklarının altından gelen sarsıntıyı fark eder. Sallantı yavaşça artmaz. Bir anda vurur!
İlerideki bir duvar yıkılır. Onu bir başka duvar, sonra bir sütun ve sonra da bir kemer takip eder.
Lady Magella, “KAÇIN! Hepiniz Kaçın!”, diye çığlık atar.
Udoorin, Gnine’ı kaptığı gibi Lorna’ya koşar, onu da diğer eliyle tuttuğu gibi harabelerden fırlayarak kaçar.
Toprağın derinliklerinden, ani ve kulak acıtan, keskin bir çatlırdama sesleri gelir.
Laila kuzenine, “Moira’ya yardım et!”, diye bağırır ve kendisi de Lady’nin bir kolunun altına girmeye çalışır. Lady ona fena bir bakış atınca bir an tereddütte kalır ama Merisoul da Lady’nin diğer koluna girince, cesaretini bulur ve ikisi birlikte Lady’yi hızlı bir şekilde, yerde açılan yarık ve gediklerin üstünden atlayarak harabelerden kaçarlar..
Aager dışında herkes uzaklaşmıştır. Çakan yıldırım ve gök gürlemeleri arasında, Aager’in lanetleri duyulur. Kendisi inatla toprağı eşelerken hançeri kırılır ve eliçlerini keser.
Birkaç dakika içerisinde Thelmasar harabelerinde kalan tek canlı Aager’dir. Etrafında çöken duvarları, yıkılıp parçalanan sütunları, şaha kalkmış dev toprak parçalarını, havada uçuşan taşları ve açılan koca delikleri umursamadan, elleri kan içerisinde kazmaya devam eder.
Muazzam bir gümbürtü kopar ve yer yarılır, Thelmasar’ın dört yüz yıl boyunca ayakta kalmayı başarmış duvarları, kemerli sütunları, kuleleri ve kubbeleri, kurumuş deniz kabukları gibi parçalanır ve kendi cesedi üzerine çöker. Yarılmış toprağın içerisinden, dev parmakları andıran kocaman taşlar yükselir ve ardında kocaman bir toz bulutu bırakarak, gazap dolu bir hınç ile çöken tapınağın üzerine kapaklanarak onu gömerler.
Yarım saat gibi kısacık bir sürede, dört yüz yıl ayakta kalmayı başarmış bir çılgınlık, nihai olarak sona ermiştir.
Birkaç artçı titreşimden sonra yer durulur, kara bulutlar dağılır, gök, son bir kere daha gürler ve hafif,sıcak bir yağmur çiselemeye başlar.
Uzun dakikalar sonra, toz bulutunun içerisinde silüetler belirir.
Grup Thelmasar’ın daha yarım saat önce bulunduğu yıkıntılara geri döndüklerinde, havadaki toz, çiseleyen yağmurun etkisiyle yere çökmüş ve harabenin yerinde sadece bir düzlük mevcuttur.
“İşte şurda, bulduk onu!”, diye Laila ve Bremorel, yerde yatan, yarısı toprakla örtülmüş bir şeye doğru koşarlar.
“Aptal çocuk”, der Lady ve Aager’in savrulup düştüğü yere gelir. Aager’in her yerinde yaralar ve kesikler vardır. Başının arkası da kan içerisindedir. Belli ki savrulduğunda başını şiddetli bir şekilde yere çarpmıştır.
“Aranızda aklı başında, normal bir kişi yok mu yahu?!”, diye fena bir şekilde kızmıştır Lady.
“Ben, ‘normal’den kaybediyorum.”, diye mırıldanır Merisoul ve Lady’ye yardım eder.
Diğerleri ise nedense tam bir sessizlik içerisinde aksi yöne bakmaktadır.
Yıkım sonrası düzleşmiş alan, sanki ekime hazır bekleyen bir tarlayı andırmaktadır. Alanın ortasında, küçücük, körpe bir fidan durmaktadır. Son derece cılız ve narin bir hali vardır. Fidan, sanki kendi içinden gelen, yeşil bir parıltıyla, hayat dolu bir şekilde titrer ve olduğu yerde, yavaşça, salına salına dönmeye başlar.
..Ve döndükçe de büyür. Önce on santim boy atar. Ardından bir on daha. Biraz şişer ve bir on santim daha uzar.
Fidan, kaşla göz arasında, genişleyip boy atmaktadır. İki dakika gibi kısacık bir süre içerisinde, küçücük fidanın yerinde kocaman, hayat dolu pembe yapraklarla taçlanmış bir ağaç durmaktadır. Ve sanki bir rüzgar devamlı ağacın yaprakları arasında geziniyormuş gibi, ağaç salınmaktadır.
Ağaç, sadece kendisinin duyduğu bir şarkıya ayak uydurur gibi bir sağa, bir sola salınır..
Aager uyanmış, herkesle beraber, o da bu muhteşem sihir karşısında büyülenmiş bir şekilde kalakalmıştır.
Ve bir anda ağacın etrafında parlak yeşil ile güneş sarısı, avuç içi küçüklüğünde kanatlı periler belirir.. Üç.. Beş.. derken ağacın dalları ve yaprakları arasında, arımsı bir vızıltı ile sevgi ve sevinç sesleriyle uçuşurlar.
Ağaç bir yandan salınırken, bir yandan da pembe yaprakların arasından silik eflatun çiçekler açmaya başlar. Çiçekler açtıkça polenleri etrafa saçılır.. Polenlerin her biri yere değdiğinde kısık bir ‘çın’ sesi duyulur. Tozların konduğu toprak, kara ve uğursuz halinden silkinir ve yeşermeye başlar. Önce çiğ yeşil çimenler yeşerir, sonra çimlerin arasından sabırsızlıkla rengarenk çiçekler pörtler.
Küçücük, zerre büyüklüğündeki her polen değdiği yere hayat getirir ve getirdikleri hayatla beraber börtü böcek ve kuşlar peyda olur.
Bu büyü, varlığını zorbaca, ateş topları yada parlak ışıklı şimşeklerle değil, bir anne rahmi gibi, ‘yeni hayat’ sunarak yayılan, harikulade bir sihirdir.
Büyülü ağaç, iki saat boyunca salınır ve yeşilliği, Thelmasar’ın lanetli, ölü topraklarını yok ederek değil, yeni hayatlar getirerek örter. Dört asır boyunca melanet ruhlar dışında hiçbir hayvan yada kuşun yaklaşmadığı, hiçbir bitkinin yetişmediği bu ölü yer canlanır ve hayata gelir.
Herkes hayret içerisinde ve sessizce ağacı, ve onun getirdiği hayatı, sanki bir trans halindeymişler gibi seyre dalmıştır. Herkes, kendi duyguları içinde gezinmektedir. Ama hepsinde bir duygu ortaktır; huzur.
Ağzı açık herkesin gözü önünde, ağacın gövdesinde bir oyuk peyda olur ve içinden Inshala çıkar.
Sakin bir eda ile gruba yaklaşır. Gözleri ışıl ışık parlamaktadır ama aynı zamanda yanakları gibi, gözleri de çökmüştür. Yüzündeki huzura rağmen, yürürken ki sallanışı, takati tamamen bitmiş biri gibidir.. Sanki daha önce tanıdıkları kız erimiş ve geriye sadece bir ruh kalmıştır.
Ancak duyulur bir sesle, “Benim elimden ancak bu kadarı geliyor. Ama bu iyi bir başlangıç.”, der . Inshala gülümsemektedir ama çökmüş hali, onu seyredenlerin içini burkar.
“Thelmasar şerrinin temizlenmesi daha en az iki yüz elli yıl sürecek.”, der. “Yoruldum. Bu başlangıç benden birşeyler aldı.”, der ve usulca yere yığılır.
Aager uzandığı yerden fırlar, başı döner ve tökezler ama yine de Inshala yere kapaklanmadan önce onu yakalar. Bir mühlet onun yüzünü seyreder ve çökmüş yüzünün ayrıntılarını zihninde, kalıcı bir şekilde not eder, sonra dizlerini ona yastık yapacak şekilde yavaşça onu yere yatırır ve sessizce Lady Magella’ya bakar.
Lady Magella derin bir iç çeker, sırt çantasını açar ve içinden battaniyelerini çıkartır. Birini yuvarlar ve Inshala’nın başının altına yerleştirir. Diğerini ise üstüne örter, “Sanırım burası dinlenmek için uygun bir yer.”, der ve arkasını dönmeden önce Inshala’nın başını okşar ve “Deli kız.”, diye söylenir.
Bremorel, kuzeni Laila’ya, “Özür dilerim”, der. “Son zamanlarda kendi içime öyle kapanmışım ki, gözümlerim o gerizekalıya karşı hissettiğim nefret dışında hiçbir şey görmez olmuş. Eminim benim bu halimi seyretmek, sana acı vermiştir.”, diye içini döküverir.
Laila ona cevap veremez. Sadece sarılır. ‘Belki de ağaç evimize geri dönebiliriz.’, diye geçirir içinden.
Moira, gözleri dolmuş, hayretle etrafına bakınmaktadır. Ancak bir fısıltıyla, “Bu.. muhteşemdi!”, diyebilir.
Merisoul, ağacın dallarından birine konmuş, başını ağacın gövdesine yaslamış ve çıplak ayaklarını daldan aşağı sarkıtmıştır. Gözleri kapalı, sanki ağacın kalp atışlarını dinlemektedir.
Udoorin ise etrafına alık alık bakarken Gnine, kendisini defalarca tekrarlamış birisinin sinir olmuş sesliyle, “Udoorin, sana diyorum.. bizi bıraksan artık!”, diye söylenir.
Udoorin, bir kolunun altında, ne kadar süredir tuttuğunu bile hatırlayamadığı Gnine’a öylece bakar, “Ne?”
“Udoorin.”, der Gnine. “Bizi, yere indir artık!”
Udoorin, Gnine’in neden bahsettiğini anlamaz ama onu yere bırakır.
Gnine, Udoorin’e, başına darbe yemiş birisiyle konuşur gibi sabırlı ama biraz da gülmemeye çalışan birisinin kasılmalarıyla, “Umm.. Udoorin.. onu da bırak istersen!”, der..
…
Gece olmuştur. Kuzenler, etrafı taşlarla çevrilmiş, mutlu bir ateş yakmıştır.
Herkes ateşin etrafında toplanmış, sessizce aralarında konuşurken Aager, ateşin yaydığı ışığın etki alanının biraz uzağında çimenlerin üzerinde bağdaş kurmuş, tükenip kendinden geçmiş olan Inshala’ya uzanabileceği, ancak uyandığında, varlığından da rahatsız olmayacağı bir mesafede oturmaktadır.
Aager, her zamanki ifadesizliği ile geceyi seyretmektedir. Başı, saatler geçmiş olmasına rağmen, hala acımaktadır. Üstüne bir de şiddetli bir baş ağrısı eklenmiş olması, yüzünde herhangi bir ifadeyi zaten anlamsız hale getirmiştir.
Yanında, bir mendilin içinde dokunulmamış birkaç dilim kuru ekmek, pir parça kamp ateşinde kızartılmış et ve halen tütmekte olan, kabuğu kararmış bir patates ve bir de matara durmaktadır. Açtır, ama hiç yemek yiyesi yoktur. Aager, avuçları kesiklerle yarılmış sargılı ellerine bakar ve en son ne zaman bu kadar yorgun ve bu kadar çok yerinden acıdığını düşünür. ‘Thelmasar..’, diye aklına gelir. Adî papazın sırtına hançerini sapladıktan sonra kaçarken yediği büyü. Ancak o büyü, şu anda hissettiği kadar acı vermişti ona.. Düşünceleri başka şeylere kayar. Zihni sallanan bir kazan gibidir ve bir türlü odaklanmasına izin vermemektedir. Sanki düşünmesi gereken asıl mesele dışında aklına rastgele şeyleri getirip durmaktadır.
Yan tarafından çok hafif bir hışırtı duyar. Başını o yöne çevirdiğinde Inshala’nın, fırtına grisi gözleriyle kendisini süzmekte olduğunu görür. Uzun bir an bir birbirlerine bakarlar. Inshala birşeyler söyleyecekmiş gibi dudaklarını hareket ettirir ancak hiç ses çıkmaz.
Aager kalkar, yanında duran matarayı alır ve ona ağır adımlarla yaklaşır. Sonra yanına çömelir, sargılı ellerinden birini ona doğru uzatır ve kızın başını yavaşça kaldırır, diğeriylede kesikler ve sargılardan dolayı zorlukla tuttuğu matarayı onun dudaklarına götürür.
Inshala sanki tam olarak ayık değildir. Buna rağmen gözlerini bir an bile onda ayırmadan ve ancak vahşi bir kedinin sergileyebileceği bir güvensizlikle mataradan birkaç yudum alır ve yüzünü buruşturur. Kısık, kurumuş bir sesle, “Beni zehirlemeye mi karar verdin en sonunda?”, diye sorar.
Aager, esprisiz bir hırıltıyla “Benimkilerden değil. Lady’nin zehri!”, demekle yetinir.
Inshala, gözlerini yine ondan ayırmamaya çalışır ama takati geldiği gibi tükenmiştir ve mataranın içindeki şurubu Aager’in elinden içer ama gözleri kaymaya başlar. Nefes almak için durduğunda gözleri kapanmıştır. Anca duyulur bir fısıltıyla “Ellerine ne oldu?”, diye sorar ama Aager, Inshala şuruptan biraz daha içinceye kadar birşey söylemez.
Sonra başını yavaşça indirir ve ona dokunmamaya itina göstererek battaniyesini düzeltir. Gitmek için ayağa kalkarken “Salağın teki kesti.”, der.
Aager tekrar kendi yerine oturur ve kız rahatsız olmasın diye, sırtını ona verir.
Arkasından, Inshala’nın uyurgezer sesini duyar; “Sen.. iyi biri.. misin?!”
Aager, Inshala’ya bakmaz. Acımasız sözlerle, aklından geçen birçok cevaptan, en dürüst ve en doğru olduğuna inandığı cevabı verir; “Daha değil.”
…